AHİR ZAMAN PEYGAMBERİ’NİN ÜMMETİ OLMAK!

Biz alemlere rahmet olarak gönderilen, ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Biz tarihin başladığı bir coğrafyada yaşıyoruz ve tarih bizim yaşadığımız coğrafyada son bulacak. İlk insanın cansız bedeni, bir kardeş katilinin eliyle bu topraklarda toprağa düştü. “Tarihin sonu”nda da son insan burada can verecek. Bizim “Ahir zaman” dediğimiz zamanın sonu’dur. “Ahiret” dediğimiz ise “Öteki dünya”dır. Şimdi ona birileri “MetaVerse” diyor, yanı “Bu Dünyanın ötesi/sonrası” diyor. Biz bu emanetin manevi mirasını, sorumluluğunu taşıyoruz.
Biz yeryüzünden bütün insanlıktan, hatta yaratılmış ne varsa, Allah adına onun emanetini korumakla mükellefiz. Hz. Ömer’in deyişi ile “Kenar-ı Dicle de bir kurt, aşırsa bir koyunu, gelir adl-i ilahi, sorar Ömer’den onu”. Hiçbir Müslüman bu anlamda dünyada olup biten şeyleri görmezden, duymazdan, bilmezden gelme hakkına sahip değildir.
Unutmayalım ki, hep hatırlattığım üzere, bizler bu dünyada Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olacağız. Çünkü Allah (cc) bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Yeryüzünün bütün açları ümmetin yetimidir. Bu anlamda 300 milyon aç çocuğumuz var bizim. Biz Hakkın ve Halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacağız. Bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız, söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her sözün hesabını vereceğiz. Aynı şekilde yapıp yapmadıklarımız, söyleyip söylemediklerimizle ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyacağız, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız. Yeryüzünde Adalet, Barış ve Hürriyet için mücadele edecek bir topluluğun adresidir Müslümanlık. Bu görevi, kimseden hiçbir karşılık ve ücret istemeden, karşılığını yalnız Allah’tan (cc) bekleyerek yapacaktır bu işi.
Bizim yaşadığımız din bu değil. Biz bu İslam’ı insanlığa doğru anlatıp ve doğru bir yaşayışla onlara gösterirsek, bir çok kişinin dine girişi için bir güzel bir iş yapmış oluruz. İnsanlar bize bakım dinden soğuyorlar ne yazık ki. Neyse ki Gazze’liler çıktı da ortaya kanları ile bir destan yazdılar. Cihad ve şehadetin mektebi oldular bu anlamda. İnsanlığa örnek ve önder oldular.
Müslüman el emin kişidir. Kimsenin onun elinden, dilinden zarar görmemesi gerekir. Adil Şahidler olmamız gerekiyor. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalimlere karşı durabilecek miyiz. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa, buna var mısınız? Değilse bu nasıl bir Müslümanlık. İman ettim demekle yakanızın bırakılıvereceğini mi zannediyorsunuz yoksa. Haksızlıklar karşısında susanlardan olanlar bizim sahih geleneğimizde dilsiz şeytan olarak tesmiye edilir. “Bütün insanlığın hayrına olmayan bir çözüm önerisi bizim önerimiz olmayacaktır” diyebiliyor musunuz, kişi, örgüt, devlet olarak, cemaat olarak!
Görevimiz insanları Hakka ve adalete çağırmak, insanın aklı ile vijdanını barıştırmak, insanı insanla barıştırmak, insanı fıtratla/tabiatla barıştırmak.. Bu 3 Barış bizi Allah’la barışa götürecektir. İslam budur. Değilse insan Allah’la savaştadır. Biz Cehennem zebanisi değiliz. Görevimiz Cehenneme doğru koşan insanları Cennete çağırmaktır. Allah’a, Resulü’ne, Kitab’a çağırmaktır.
Biz eskiden insanları Camiye çağırıyorduk. Şimdi bugün, herkes Camideki bir avuç cemaatı kendi Tarikatine, partisine, Platformuna çağırıyor. Kendinden olmayanı dışlıyor, ötekileştiriyor, Trolleri ile onlara saldırıyor. Bizim Trump’u da, Putini de, Netenyahuyu da, Şi Ping’i de, ötekileri de Allah’a, resulüne ve kitaba, Allah’ın dinine çağırmamız gerek. Tabi önce bizim yeniden Allah’a ve Allah’ın kitabında yazdığı gibi, Resulullah’ın bize öğrettiği ve yaşadığı gibi bir dini yaşamamız gerek. Allah’ın dini, yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklarken, bizim yaşadığımız din, karı-koca ihtilafını bile çözmüyor.
Yoksa çok mu “uçtuğumu” düşünüyorsunuz. Bizi öldürmeye gelenler bizde dirilsinler diye düşünüyorum. Hakkı tebliğ ettiğimizde hala düşmanlık edeceklerse, zalimler için yaşasın cehennem. Allah (cc) belalarını versin. Bu arada şunu da unutmayalım, Halid b. Velid en fazla sahabi’nin şehadetine sebeb olmuştu. Daha sonra İslam’ın kılıcı oldu. Hz. Hamza’yı şehid eden, onun kalbini çıkartıp dişiyle ısıran, burnunu ve kulağını kesip boynuna takıp dans eden kişi de Müslüman oldu daha sonra. Hz. Ömer (Ra) Hz. Muhammed’i (sav) öldürmeye giderken yolda iman etti. Cennetin ve Cehennemin kapısı hep açık kalacak. Hertürlü pisliğin içinde yer alıp, derununda bir pişmanlık ve acı duyan Malcolm X (nam-ı diğer Malik el Şahbaz)’ları unutmayalım. Onlar bizim Hz. Adem’den kardeşimiz. Kaybettiğimiz her insan, Şeytan’ın başarı hanesine yazılacaktır. Şeytanı cezalandırmak istiyorsanız, onun elinden bir kardeşinizi kurtarın.
Eğer bu savaşta Allahın yardımına ulaşmak istiyorsak, daha akıllı, daha dürüst ve daha cesur olmamız gerekiyor. İstişare ve şura’dan, ehliyet ve liyakat konuları çok önemli, Allah’ın yardımı, rahmet ve bereketi açısından ve Adalet konusu işin olmazsa olmazı.
Kavmiyetçiliği bırakmamız gerekiyor. Bütün insanlığın temel sorunu olan aile, fıtratın korunması, ahlaklı bir toplum için, Adalet, barış ve hürriyet, İttihad, İttifak, İtilaf temelli bir yeni dünya düzenine ihtiyacımız var. İnsanların Din, dil, toprak, kan bağı temelinde çoklu bir “Millet” tanımına ihtiyacımız var. Irkçılık insanlığın baş belası. Kesinlikler yasama, yürütme ve yargının ayrılması, iki dereceli seçime gidilmesi, kamu maliyet, gider, bütçenin büyük ölçüde daraltılması gerekiyor. Adil bir devletten mahrum kalmak büyük tehlike, toplumun bütününün ya da bir kısmının başına bela olan, kendini devlet sanan zalim bir hükümet daha büyük bir bela olabilir.
Modern devlet, toplumun kendinin yapması gereken işleri de kendi üslenerek, tek tip düzenleme ve eğitim yolu ile toplumun kendi içinde çoğul bir şekilde yapılanmaya engel oluyor. Mektep, hastahane, insani yardımların çok büyük ölçüde sivilleştirilmesi gerekir. Herşeye müdahil olan çok güçlü devlet giderek İlahlaşıp, Rablik iddiasına kalkışabiliyor.. Bunları beşeri vijdanın, kendi kendine yeterli olma, kendi ihtiyaçları karşılama noktası insani sorumlulukların evrensel ölçekte yardımlaşmaya sebeb olması açısında çatışmaların önüne geçmek, ve manevi bir olgunluk için vesile olmaktadır. Farz-ı kifaye sorumlulukların ferdi ya da kollektif olarak karşılanması, bir ibadet şekli olan Farz-ı kifaye hükmünde bir sorumluluktur. Dullar, yetimler, yolda kalmışlar, yurtların çıkartılmışlar ve çok daha fazlası, hepsi bu kategoridedir. Toplumun bu görevini güçlendirmek için devletin ön açması, arkası toplaması, denetim yapması, bu maksatla oluşan dini vergiler ve yardımların vergiden muaf olması. Denetim, koordinasyon, senkranizason ve oryantasyonu için bu bütçenin, matrahtan düşülebilmesi gerekiyor.
Bu konuda, Hılful Fudul, Medine Sözleşmesi, Veda Haccı hutbesi, Kudüs beyannamesi, dünden bu güne bize manevi bir miras olarak gelen, herbiri bir insan hakları belgesi olan Emannamelerimiz, Fütüvetnamelerimiz, Vasiyetnameleririmiz, Pendnamelerimiz bundan sonraki yolculuğumuzda toplumsal hafızanın canlanarak, geleceğe doğru yürürken bir tecrübeler birikimi olarak, “kökü mazide olan ati” anlayışına sahip bir nesil inşa etmede, ufkumuzu aydınlatan bir hazine olarak, Ah-i Evren geleneğinin ihyasında manevi bir ikram vesilesi olarak dikkate alınmaz mı?
Yetti artık uluslararası ile birlikte yürüme, onların kavram ve kurumları ile dünyanı anlama ve açıklama, onların karar ve dayatmalarına boyun eğerek özümüzden sapma sonucu doğuran işler. Darbelere, teröre, darbecilere ve teröristlere destek vermelerine rağmen, kapılarında yarım asrı aşan bir süredir AB üyeliği hayalinden, bizi kendi güvenlikleri için ucuz asker deposu, savaş paratöneri, sıçrama tahtası olarak gören NATO’dan vazgeçemiyoruz. NEDEN?
Gelin işe yeniden Amentü’den başlayalım. Kimse, ecelinden önce ya da sonra ölmeyecek, rızgından az ya da çok yemeyecek. Allah’ın iradesi ile şekillenen Kaderimizden başka bir kaderimiz de yok. Dinimizi Allah’a has kılalım, din ve devlet büyüklerini İlah ve Rab edinmekten vazgeçelim. Tevhid’den sapıp Şirke düşmeyelim. “Allah’ın ipi”ni bırakıp Vahdet’den sapanlar tefrika’ya düşerler. “Tefrika girmeden bir millete düşman giremez…” Kendi aramızda yeniden uhuvvet’i ihya etmeliyiz. Bu konuda yakın tarihimizdeki “Kuvva-i Milliye” ve “Müdafa-i Hukuk“ anlayışından ders alabiliriz. İş ve sözlerimizde “ihlas” esas olmalı. Bunun için “emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmamız” gerek. Özümüz başka, sözümüz başka olmamalı. Ağzımızla ve parmaklarımızla insanlara bir yön gösterirken, bizim kendi ayaklarımız başka yöne gitmemeli. Bu münafıklık alametidir. Ahlak olmadan din olmaz. Resulullah “ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” demedi mi? Muamelatımıza dikkat etmeliyiz. İnsanlar arasında bozgunculuk çıkacak söz ve işlerden, fırkaları birbirine karşı kışkırtmak, tehdit etmekten uzaklaşmamız gerek. İnsan diğerleri ile “ünsiyet peydah eden” akleden canlı demektir. Bulunduğu yerde insanlarla teşrik-i mesai kurarak, yaşadığı zamana, mekana, kişilere ve olaylara adil şahidler olarak, diğerleri ile sözleşerek ve örgütlenerek, Hakkı, hayrı, iyiyi, doğru ve güzel şeyleri desteklemek, ayağa kaldırmak için yardımlaşmayı esas alan bir anlayışın sahibi olmamız gerek. Allah (cc) bizleri parmak uçlarımız gibi farklı ve kabileler halinde yarattı ki, Tearüf edelim. Yani bilişelim, yardımlaşalım diye. “Bilelim bilişelim dünya kimseye kalmaz”. Unutmayalım ki, kederler paylaşıldıkça azalır, mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır. Selam ve dua ile.
Abdurrahman Dilipak
İSLAMİ HABER “MİRAT” -YOUTUBE-
YAZARIN DİĞER YAZILARINA ULAŞMAK İÇİN BURAYA TIKLAYINIZ